Makao’ya gitmeden önce her zamanki gibi gezilecek yerlerin listesini çıkardım, Google Maps’te işaretledim. Ama hiçbir plan, 12 saatlik bir uçuşun yorgunluğunu hesaba katmıyor. Makao’ya vardığımda ayakta zor duruyordum. Otele girip uyudum. Uyandığımda hâlâ yorgundum. Uzun bir yolculuğun ardından şehri gezmeye çalışmak gerçekten zor.
Yorgundum ama şehri merakım ağır bastı. Biraz toparlanıp kendimi dışarı attım. Sokaklarda yürümeye başladım, ilk izlenimlerim yavaş yavaş şekillenmeye başladı…
Merkeze giden otele ait otobüsler vardı. Aşağıya indiğimde otobüs bekleyen kalabalığı görünce otele dönmek geçti içimden. Biraz oyalandım, etrafa baktım. Az ileride yolun karşısında bazı yapılar dikkatimi çekti. O tarafa yürümeye başladım.
Bir tabelada “Makao Balıkçı İskelesi (Macau Fisherman’s Wharf)” yazıyordu. İçeri girdim. Aklımda, Hong Kong’daki Tai O gibi eski bir balıkçı köyü canlandı. Ama karşıma bambaşka bir yer çıktı: Liman boyunca sıralanmış restoranlar, geniş yürüyüş yolları ve sahil havası… Beklediğimden çok farklı ama bir o kadar da keyifliydi.

Makao Balıkçı İskelesi, Makao’nun ilk temalı eğlence ve alışveriş kompleksi olduğunu orada öğrendim. Liman kenarına kurulu bu alan; restoranları, kahve dükkanları, alışveriş noktaları ve mimari detaylarıyla öne çıkıyor. Eski bir balıkçı kasabasından çok, kurmaca bir sahil kasabası gibi… Özellikle akşam saatlerinde ışıklandırmalar ve bazı yerlerde canlı müzik ile birlikte atmosfer daha da etkileyici bir hal alıyor.
Nata ile tanışmam
Makao Balıkçı İskelesi’nin girişinde önce bir sahil karşıladı beni. Sonra sağlı sollu dükkanların sıralandığı, geniş ve ferah bir caddeye çıktım. Caddenin başında küçük bir seyyar büfe vardı. Egg tart satıyordu. Bir tane aldım, yanına da her zamanki gibi bir americano söyledim. Banklardan birine oturdum, kahvemi içtim, etrafa bakındım. Fotoğraf çekenler, yürüyenler, okyanusu izleyenler… kimse acele etmiyordu.
Tatlı müthişti. Lizbon notlarımda “Portekiz’e yolun düşerse Pastel de Nata ye” diye bir not almışım. Meğer o tatlı, buymuş. Otelde kahvaltı yaparken fark ettim, orada da vardı. Ama dışarıdaki bu büfeden aldığım egg tart ya da nata çok daha lezzetliydi.

📌 Egg Tart mı, Pastel de Nata mı?
Makao’da yediğim egg tart aslında Portekiz’in meşhur tatlısı Pastel de Nata’nın yerel bir yorumu imiş. Orijinali daha kremamsı ve üzeri hafif yanık olurken, Makao versiyonu biraz daha kıvamlı ve tat olarak farklı. Ama her ikisi de aynı kökene dayanıyor.
Çin’deki Roma
Rıhtım boyunca yürüdüm, ardından ana caddeye çıktım. Hava hafif serin, ortam sakindi. Bu kadar sakinliği dünyanın en kalabalık yerlerinden birinde bulmak şaşırtıcıydı. Cadde geniş ve ferah, mimarisi özenliydi. Yürürken etrafa bakmak keyifliydi.

Caddenin sonunda Roma kalıntılarını andıran bir yapıyla karşılaştım. Küçük bir kolezyum ve çevresinde sütunlar, taş yapılar… Çin’de, Roma’dan ilham alan böyle bir alanla karşılaşmayı beklemiyordum. Gerçek değil elbette ama yine de ilginçti. Bir süre orada oyalandım, sonra yürümeye devam ettim.
Akşam Yemeği
Akşam yemeği için birçok seçenek vardı ama neredeyse hepsi Uzak Doğu mutfağı üzerineydi. Bildik pizza ya da hamburger zincirlerinden hiçbiri yoktu. Biraz dolaştıktan sonra “Talay Thai” adlı bir yer dikkatimi çekti. Yorumlarına ve puanlarına göz attım. Harika değildi ama kötü de görünmüyordu. Kıyıya yakın bir masaya oturdum.
Menünün büyük kısmı deniz ürünlerinden oluşuyordu. Arada tavuk veya etli seçenekler de vardı ama azdı. Menüye birkaç kez göz gezdirdim. Uzak Doğu mutfağına hâlâ tam alışamadığım için ne sipariş edeceğime emin olmak istedim.

Tam o sırada yan masaya ananas içinde bir tabak geldi. Ananasın içinde karidesli bir pilav. Tayland’da daha önce görmüştüm ama denememiştim. Burada denemeye karar verdim. Adı, Thai pineapple fried rice imiş. Bir tane sipariş ettim.
Siparişi beklerken garson bir bardak sıcak su getirdi. İlk kez böyle bir ikram gördüm. Ardından yemek geldi. Tadı fena değildi, merakıma değdi.
Makao Sokaklarında Gece
Türkiye ile saat farkından dolayı Makao’da gece ama ben hala gündüzdeyim. Yemekten sonra biraz sokaklarda dolaştım.
Makao, Çin’in Las Vegas’ı olarak biliniyor. Neredeyse tüm otellerin bir kumarhanesi var. Sokaklar genel olarak sakindi. Bütün oteller oldukça gösterişliydi. Otellerin önünde girip çıkanlar vardı ama büyük bir kalabalık yoktu. Hatta bazı sokaklarda tamamen yalnızdım.
Göz alıcı binaların önünden geçerken, şehrin iki yüzü olduğunu hissettim: biri gösterişli, biri sessiz. Gece böylece bitti. Yorgunluk hâlâ üzerimdeydi ama Makao’nun ilk görüntüsü zihnime kazınmıştı.