Marakeş, Kuzey Afrika’da gezdiğim ilk şehir oldu. İki gün boyunca Marakeş’in renkli sokaklarında dolaşmak, tarihi meydanlarına karışmak ya da bir çatıdan günbatımı altındaki kırmızı şehri seyretmek benim için unutulmaz bir deneyimdi.
Marakeş’e ulaştığımda gece yarısıydı. Otelim şehir merkezindeydi. Odama çekilmeden önce etrafa biraz göz attım. Yorgun düşmüş birkaç turist, otellerine doğru ilerliyorlardı. Onların dışında pek kimse yoktu. Ertesi sabah, kahvaltımın ardından şehri gezmeye karar verdim.
kare kuleler
Kahvaltıdan sonra otelden çıkıp büyük bir merakla şehrin sokaklarına adım attım. Dün uçak alçalırken, Marakeş’in kare kuleleri dikkatimi çekmişti. Sayıları oldukça fazlaydı ve ne oldukları hakkında bir fikrim yoktu.
İlk karşıma çıkan yapı Kütübiyye Camii oldu. Dün havadan gördüğüm onlarca kule arasından, şehirdeki en dikkat çekici olanı Kütübiyye Camii’nin minaresi olarak karşımdaydı. Gökyüzüne doğru uzanan bu muhteşem mimari yapı, Marakeş’in simgesel güzelliklerinden biriydi.
Kütübiyye Camii, Fas’ın en ünlü ve önemli camilerinden biridir. 12. yüzyılda dönemin Berberi hükümdarı Yakup el-Mansur tarafından inşa edilmiştir. Camiin en dikkat çekici özelliklerinden biri 70 metre yüksekliğindeki kare kule şeklindeki minaresidir. Süslü ve etkileyici mimarisi ile Marakeş’in siluetini belirginleştirir.
Camiin etrafında seyyar satıcılar vardı. Atlas dağlarından getirilen doğal taşları satan tezgahlarda biraz vakit geçirdim. Sonra şeker kamışı suyu satan bir satıcının yanına geçtim. Daha önce görmediğim bir makina kullanıyordu. Makina, bir metre kadar uzunluğundaki şeker kamışlarını alıyor, bir bardak şeker kamışı suyu veriyor. Büyük bir beklentiye girmeden bir tane söyledim. Ne de olsa bizim suya şeker atıp yaptığımız şerbet gibidir diye düşündüm. Yanılmışım. Biraz limonsu aromalı güzel bir tadı vardı. Marakeş’te karşılaştığım en güzel lezzetlerden biri olabilir. Çok fazla hijyen takıntınız yoksa denemelisiniz. Sıcakta çok iyi gidiyor.
fenalıklar meydanı
Kısa bir yürüyüşten sonra Jemaa el-Fnaa meydanına vardım. Kendimi, Fas’ın esrarengiz havasının tam ortasında buldum. Zurna sesleri arasında kobra yılanlarının ve maymunların gösterisi vardı. Mistik bir atmosfer ve göz alıcı renkler.
Jemaa el-Fnaa Meydanı yüzlerce yıldan beri şehrin kalbinin attığı yer. Meydanın adının Türkçe karşılığı Fenalıklar ya da Kıyamet Meydanı olarak geçiyor. Adından da anlaşılacağı üzere tarihi boyunca meydan hiç de iyi olaylara tanıklık etmemiş. Bir dönem idam mahkumlarının kelleleri bu meydanda alınmış. Yüzyıl öncesine kadar da köle pazarının kurulduğu bir yermiş. Günümüzde ise turistlerin eğlence merkezi durumda.
Heyecanla fotoğraf makinamı çıkarıp etrafı çekmeye başlamıştım. Ancak beklemediğim bir şekilde, pek hoş karşılanmadım. Hemen herkesin para vermeden fotoğraf çekemeyeceğimi söylemesi, içimde şaşkınlık ve biraz da hayal kırıklığına neden oldu.
medina sokakları
Medina’nın sokaklarında ve çarşılarında dolaşmaya başladığımda öğle sıcağı iyice bastırmıştı. Şehrin en eski yeri olan Medina, tarihiyle adeta bir zaman kapsülü gibiydi. Her köşede tarihin ve geleneklerin izlerini taşıyan yapılarla karşılaştım. Belki de klişe olsa da, herkesin bir şehrin sokaklarında kaybolma serüveni vardır. Ben de Medina sokaklarında tezgahlar arasında kayboldum. Marakeş’in kendine has atmosferi, bu sokakların ve dükkanların özgünlüğünde ortaya çıkıyordu.
Aslında bu sokaklarda kaybolmamalı. Bilerek bütün dükkanları tek tek keşfe çıkmalı. Fas’ın bunaltıcı sıcağında sizi saatlerce serinleten kristal mentollerden, bir balinanın okyanus kıyısına kustuğu amberlerden ya da dışarıdan bakıldığında sıradan taş gibi duran, ortadan yarıldığında ise harika bir renk şöleni sunan Atlas Dağları’nın taşlarından bulup almalı.
Bu arada, Marakeş sokaklarında dolaşırken en fazla zorlandığım şehirdi diyebilirim. Motosikletler her heryerde ve sayıları çok fazla. Dar sokaklarda yürürken normalden daha fazla enerji harcamak gerekiyor.
sanatsal güzellikler
Ara sokaklardan birinde, bir kapının önü kalabalıktı. Kimi fotoğraf çekiyor kimi de birilerini bekliyordu. Kendimi içeri attım. Bin Yusuf Medresesi’nin orta avlusundaydım. Dışardaki keşmekeş yerini anında sakinliğe bıraktı. Üst kattaki odaları dolaştım. Orta avludaki havuz kenarına geri döndüğümde, etraftaki diğer ziyaretçilerin de benimle aynı büyülenmişlikle ahşap süslemelere bakarak sessizce gezindiğini gördüm.
Medresenin ismi, Fas’ın eski bir hükümdarı olan Sultan Ali ibn Yusuf’tan gelmektedir. 14. yüzyılda onun anısına inşa edilmiş. Zamanla Fas’ın en önemli eğitim kurumlarından biri haline gelmiş.
kuskus
Medina sokaklarına tekrar çıktım. Biraz daha dolaştıktan sonra yorulmuştum biraz da acıkmıştım. Dün havalimanından merkeze getiren aracın şoförü yemek için kuskus tavsiye etmişti. Bir restoranın dışarıdaki masalarından birine oturdum. İki tür kuskus vardı etli ve sebzeli. Yan masadakiler sebzeli kuskus yiyorlardı. Ben de bir tane ondan söyledim. Vasattı diyebilirim.
marakeş müzesi
Yemek yediğim yerken karşımdaki bina dikkatimi çekti. Yemekten sonra oraya yöneldim. Bir müzeydi. Marakeş Müzesi. İçeri girdim. Çok zengin bir koleksiyona sahip olduğunu söyleyemem. Geleneksel Fas elbiseleri, el dokuması halılar, seramikler, metal işçiliği ve Fas sanatının daha başka örnekleri sergileniyor.
Eserlerin sergilendiği müze binası, Fas’ın zengin mimarisini yansıtan muhteşem bir yapıydı. Müzeyi gezerken, aynı zamanda 19. yüzyılda inşa edilmiş olan bir sarayı da gezmiş oluyorsunuz. Yüksek tavanlar, ahşap oymalarla süslenmiş kapılar ve pencereler, zengin mozaik süslemeler…
Yaklaşık bir saat kadar müzede vakit geçirdim. İçerisi hiçbir havalandırma olmamasına rağmen çok serindi. Marakeş’in kavurucu öğle sıcağında, kuş sesleri arasında huzurlu bir kaçış mekânı bulduğumu hissettim.
akşamın kızıllığı
Akşama doğru Jemaa el-Fnaa Meydanı’na tekrar geldim. Şehir, gün batımının kızıllığına bürünüyordu. Gökyüzündeki son ışıklar, meydanı adeta bir tabloya dönüştürmüştü. Kırmızı şehir Marakeş’in kırmızılığına şahit olmak için bu saatlerde bu meydanda olmak gerek.
Yılan oynatıcıları, cambazlar, hikaye anlatıcılar, astrologlar, rüya yorumcuları ile, akşamları esrarengiz bir meydana dönüşüyor.
El-Fnaa’nın kalabalığından biraz uzaklaşıp, meydana bakan Le Grand Balcon du Café Glacier‘in terasında çıktım. Fas’ın meşhur nane çayından söyledim ve birkaç saat boyunca meydanın muhteşem manzarasını izledim. Çayın lezzeti beklentilerimin altında kalmış olabilir, ancak meydanın sunduğu manzara tüm hayal kırıklığımı unutturmuştu. Zurna sesleri ve kalabalığın gülüşmeleri birbirine karışıyor ve etrafa enerji veren bir canlılık yayıyordu. Bu anı unutmak istemiyorum.
Daha sonra meydana tekrar indim. Hava iyice kararmıştı. Jemaa el-Fnaa Meydanı’nda Fas’a özgü sokak lezzetlerinin sergilendiği onlarca tezgah bulunuyordu. Kelle paça, çöp şiş, tajin ve diğer bazı kebaplar arasında kararsız turistler, hanutçuların hedefindeydi. Ben de bu turistlerden biriydim ve bir süre tezgahlar arasında gidip geldikten sonra birine oturdum. Hemen hepsi benzer lezzetleri sunuyordu ve seçim yapmak zordu. Sonunda çöp şiş ve birkaç meze sipariş ettim. Ancak lezzetleri beni pek etkilemedi, vasat kaldılar. Fas’ta istediğim lezzetleri bulamamak hayal kırıklığına uğrattı. Günün sürprizi büyük bir tencere dolusu haşlanmış salyangoz satan tezgah oldu. İlk defa gördüğüm bir sokak lezzetiydi. Denemeye cesaret edemeden meydandan ayrıldım.
Yorulmuştum. Otele geçtim ve Marakeş’teki ilk günüm böylece sona ermiş oldu.
mavi ile karşılaşma
Marakeş’teki ilk günümde Majorelle Bahçesi‘ni ziyaret etmeye gitmiştim. Bahçenin önü oldukça kalabalıktı. Birçok kişi elinde daha önceden aldıkları biletlerin çıktıları ile sıralarını bekliyorlardı. Etrafta herhangi bir bilet gişesi yoktu. Görevliler, internete bağlanılan bir alanı işaret ederek online bilet almam gerektiğini söylediler. Ancak, ne Majorelle Bahçesi’ne ne de hemen yanındaki Yves Saint Laurent Müzesi’ne giriş için bilet bulabildim. Bir sonraki gün için Majorelle Bahçesi’ne bilet alarak ayrıldım. Yves Saint Laurent Müzesi sonraki gün için de doluydu.
Bugün tekrar Majorelle Bahçesi’ne geldim. Müze biraz dışarda kalıyor. Medina’da yolda durduğum bir taksiciyle biraz pazarlık yaptıktan sonra söylediği fiyatın yarısına beni buraya getirmeyi kabul etti.
Bahçenin girişi yine kalabalıktı ve bu sefer elimde bilet olduğu için ben de sıradaydım. Giriş saati geldiğinde, çok beklemeden içeri girdim. İlk anda sıradan bir bahçede dolaşıyormuşum gibi hissettim. Girmek için bu kadar uğraştığım bahçe çok daha farklı olmalıydı.
Daha önce hiç görmediğim bitki türleri, canlı renklere bürünmüş çiçeklerle dolu bir bahçedeydim. Ancak, beni en çok etkileyen şey, bahçenin içerisindeki bir villanın duvarlarında gördüğüm mavi renkti. Fas’ın sıcağında insanın içini ferahlatan bir tonda maviydi. Bu özel renk, sonradan öğrendiğime göre bütün dünyada “Majorelle Mavisi” olarak biliniyormuş.
Majorelle Bahçesi, Fransız ressam Jacques Majorelle tarafından 1923 yılında Marakeş’te oluşturulan bir botanik bahçedir. 1960’lı yıllarda Fransız modacı Yves Saint Laurent ve hayat arkadaşı Pierre Bergé tarafından satın alınan Majorelle Bahçesi, restore edilerek halka açılmış ve günümüzde Marakeş’in en popüler turistik mekanlarından biri haline gelmiştir.
Bahçeden çıktıktan sonra Yves Saint Laurent Müzesi’nin önünden geçtim. Biletim olmadığından içeri giremedim. Otele döndüm. Marakeş’teki son saatlerim böyle geçti.