Ana SayfaAmerikaABDŞikago Gezilecek Yerler: Bir Kış Gününde Şikago

Şikago Gezilecek Yerler: Bir Kış Gününde Şikago

Şikago gezilecek yerler listemde yer alan noktaları, soğuk ama güneşli bir günde gezerken aldığım notları okuyacaksınız. Çok fazla vaktim yoktu ama yine de şehrin öne çıkan bazı yerlerini görme fırsatı buldum.

Şikago, benim için ABD ile özdeşleşmiş iki şehirden biri. Çocukluğumda TRT’de yayınlanan “Hayat Ağacı” isimli bir arkası yarın dizisi vardı. Belki de o yıllardan kalma bir etki bu. Bütün Türkiye soğuk kış akşamlarında ailecek izlerdi bu diziyi. Hayal meyal hatılıyorum, dizideki karakterlerin ise hiçbirini hatırlamıyorum. Nedense, kış aylarında Şikago’da geçen bazı sahneler zihnime kazınmış. Şikago, soğuk ve karlı bir şehir olarak kalmış bende. 

Son andaki bir değişiklikle kendimi Şikago’da buluyorum. Gelmeden önce hava durumuna baktığımda kar gösteriyordu. Karda dolaşmak gözümde büyüse de, çocukluğumun Şikago’sunu göreceğim için içimde garip bir heyecan vardı.

Bu arada diğer şehir ise New York. O da “Mavi Ay” dizisinden kalma. Bir zamanlar yurtdışıyla bağım yalnızca dizilerden ibaretti. O şehirleri gerçekten görmek bana hep hayal gibi gelirdi.

Kar yok!

Kahvaltıdan sonra kendimi hemen dışarı atıyorum. Otelim şehir merkezine oldukça uzak. Kar falan yok; aksine hava güneşli, biraz serin sadece. Kar olmadığına biraz üzülsem de, en azından rahat gezecek olmak işime geliyor.

Resepsiyondan, şehir merkezine trenle gidebileceğimi, yakınlarda bir tren istasyonu olduğunu, istersem beni istasyona brakabileceklerini öğreniyorum.  Biraz bekledikten sonra bir araç geliyor. Şoför yolda, Şikago’nun nasıl tehlikeli bir yer olduğunu, dikkat etmem gerektiğini söylüyor. İçimden “Abartıyor mu acaba?” diye geçiriyorum bir yandan da “Gitmesem mi?” diyorum, ama artık yola çıktım bir kere, devam edeceğim.

Trenle Şikago Merkeze Ulaşım

Trene bineceğim istasyonda iniyorum. Etrafta kimse yok. Kulübeden biraz büyük bir bina var ama içerisi boş. Yolun karşısındaki dükkanlardan birine gidip nereden bilet alındığını soruyorum. Trene bindikten sonra içerden bilet alabileceğimi söylüyor.

On dakika kadar sonra çalan zil sesleri eşliğinde beni merkeze götürcek olan iki katlı, dışı metalik renkte bir tren geliyor. Kapılar açılıyor ve bir kondüktör iniyor. Ona da bilet işini sorup, doğru trende olduğumdan emin oluyorum.

Kondüktör orta yaşlı biri. Yılların verdiği yorgunluk her halinden belli oluyor. Buna rağmen yaptığı işi, ondan başkası yapamayacakmış gibi büyük bir ciddiyetle yapıyor. Yanıma geliyor parayı uzatıyorum. Elindeki, para üstü vermek için özel tasarlanmış deri cüzdandan paranın üstünü uzatıyor. Bileti de önümdeki koltuğun arkasındaki metalden özel bölmeye sıkıştırıyor.

Trende yolculuğum bir saate yakın sürüyor. Gittiğim şehirlerde toplu taşımayı tercih ediyorum genelde. Orada yaşayan insanları gözlemleme imkanım oluyor böylece. Bazen ilginç karakterlerle karşılaşıyor,  tuhaf olaylara denk geliyorum. Ama bugün sakin, herkes kendi halinde, kimisinin dizinde bilgisayarları var. Birşeyler yazıp, okuyorlar.

Gökdelenler Arasında 

Trenden iniyorum. İstasyon binası büyük ve çok eski. İki farklı yöne çıkış var. Ne yöne çıkacağım konusunda ufak bir tereddütten sonra birini seçip çıkıyorum. İstasyondan çıkar çıkmaz kendimi Şikago’nun o meşhur gökdelenlerinin ya da büyük bir taş ormanının ortasında buluyorum. New York’taki keşmekeş yok burada. Burası daha sakin, daha derli toplu bir yere benziyor.

sikago gokdelen

Millenium Park ve Fasulye

Şehri gezmek için çok vaktim yok, sadece beş saatim var. Bu yüzden vakit kaybetmeden Millenium Park’a doğru yürüyorum. Şikago’nun en simgesel yapılarından Fasulye (The Bean) bu parkta bulunuyor. Beki de, şehirdeki tek ciddi turist kalabalığı ile bu dışı parlak metal kaplamalı  garip şeklin önünde karşılaşıyorum. Kimisi fasulyeye dokunarak, kimisi de farklı açılar bulmuş olmanın verdiği mutlulukla pozlar veriyor.

sikago bean fasulye cloude gate

Ben de bu kalabalığı izlerken karşımdaki şekli fasulyeye benzetmeye çalışıyorum ama benzetemiyorum. “Madem bu bir fasulye heykeli daha belirgin olamaz mıydı?” diyorum içimden. Fasulyeden ziyade Şikago’nun gökdelenlerini ve Millenium Park’ı içine alan dev bir kar küresine benzetiyorum. Çok da düşünmeden ben de turistlere ayak uydurup farklı açılar yakalamaya çalışıyorum. Fasulyenin altından geçerken yansımalar bende bir sonsuzluk hissi bırakıyor.

Fasulyeyi, kalabalığı, gökdelenleri görebileceğim bir noktaya geçip, bu ilginç yapının hikâyesini okumaya başlıyorum.

Anıtın Gerçek Adı: Bulut Kapısı

Fasulye’nin hikayesinin çok da eskiye gitmediğini, 2004-2006 yılları arasında sanatçı Anish Kapoor tarafından tasarlandığını öğreniyorum. Anıtın asıl isminin Fasulye değil de Bulut Kapısı (Cloud Gate) olduğunu okuyunca şaşırıyorum. Meğer halk şekli fasulyeye benzettiğinden bu isim kalmış. Kapoor ise bu isimden rahatsızmış. 

Kapoor bu anıtı bir fasulye olarak değil de şehri ve gökyüzünü içine çeken bir bulut kapısı olarak tasarlamış. Benim kar küresi misali. Eseriyle vermek istediği mesajın bana doğru geçtiğini düşünerek sanatçıyı tebrik ediyorum. 

Navy Pier (Donanma Rıhtımı)

Fasulye ya da Bulut Kapısı’nın ben de oluşturduğu hislerle birlikte Şikago gezilecek yerler listemdeki ikinci durağa, Navy Pier’e doğru yürüyorum. Michigan Gölü kıyısında, şehrin tarihinde önemli bir konuma sahip eski bir yer burası. Rıhtımda ne bir gemi var ne de bir insan. Bir banka oturup gölü izliyorum. Kış ayları sakin buralar, yazın gelmek lazım.

Şikago’nun Tarihini Bir Alt Geçitte Keşfetmek

Dönüş yolunda bir alt geçitten (Chicago Riverwalk) geçiyorum. Geçit sağlı sollu Şikago’nun tarihinden kesitler olan seramik duvar panolarla süslenmiş. hızlıca göz gezdirip yürümeye devam ediyorum.

sikago riverwalk tarihi gecit

Bir panoda sarımsağa benzer bir şey görüyorum. Daha önce sarımsak ekmiş biri olarak dikkatimi çekiyor. Panonun altındaki notta Şikago isminin kökeninin yaban sarımsağından geldiğini okuyorum. Bu bölgede yaşayan yerli halkın, burada bolca yetişen yabani sarımsaklara  “shikaakwa” dediği ve şehrin adının buradan geldiği yazıyor. Bu tarz detaylarla karşılaşmak hoşuma gidiyor. Alt geçidin başına tekrar gidip bütün panoları tek tek inceliyorum.

Şikago Nehri’nin Tersine Akma Hikayesi

Diğer dikkatimi çeken pano ise Şikago’nun dünyaca ünlü “nehri tersine çevirme” hikayesinin anlatıldığı pano oluyor. 

Eskiden şehrin kanalizasyonu Şikago Nehri’ne veriliyormuş ve nehir de Michigan Gölü’ne dökülerek gölü kirletiyormuş. Şehir de içme suyunu bu nehirden sağlıyormuş.1885 yılında büyük bir felaket yaşanmış. Yağan aşırı yağmurla birlikte şehrin su şebekesi tamamen zehirlenmiş. Çok sayıda insan tifüs ve koleradan ölmüş. Bunun üzerine mühendisler problemi kökten çözecek, o dönem için akıl almaz sayılabilecek bir çözüm bulmuş: Nehri tersine akıtmak.

Yeni devasa bir kanal kazılmaya başlanmış. Çıkan tonlarca toprak trenlerle başka yerlere taşınmış. Uzun çalışmalar sonunda, 11900 yılında Şikago Nehri’nin akışı tamamen tersine çevrilmiş. Bu sayede göl kurtulmuş.

Bu hikayenin detaylarını bu bağlantıdan okuyabilirsiniz: Chicago River

Şikago Nehir Kıyısı

Listemdeki son yer olan Giordano’s Pizza’da Şikago’nun meşhur pizzasını yemek için alt geçitten çıkıyorum. Kendimi Şikago Nehri kıyısında gökdelenlerin altında bir yürüyüş yolunda buluyorum. Muhteşem manzara eşliğinde hava soğuk olmasına rağmen koşanlar ve köpeğini gezdirenler var. 

Birisi de balık tutuyor. Çantasındaki bir kutudaki toprağın içinden aldığı canlı solucanı oltanın ucuna takıp, nehrin sularına bırakıyor. Sohbet etmeye çalışıyorum. Pek oralı olmuyor. Balık yok belki ondandır diyorum. 

Bazen ben de İstanbul’da Boğaz’a balık tutmaya giderim. Dünyanın neresinde bir balıkçıyla karşılaşsam giderim yanına. güzel bir muhabbet döner normalde. Hatta Mauritus’ta bir balıkçı olta vermişti birlikte balık tutmuştuk. Bu düşüncelerle nehir kenarındaki yürüyüşüme devam ediyorum.

Giordano’s Pizza Unutulmazlar Arasında

Şikago’nun ünlü pizzacısı olan Giordano’s Pizza’ya geliyorum. İçeri girince  45 dakika beklemem gerektiği söyleniyor. Bu süre boş masa için değil, pizzanın yapımı için gerekliymiş. Farklı bir hamuru var pizzanın. Tart gibi kabarık bir görüntüsü var. 

O kadar vaktim yok malesef. Buraya kadar gelmişken tadına bakmadan gitmek istemiyorum. O yüzden, daha önceden hazırlanmış pizzalardan bir tane sipariş veriyorum. Buna rağmen tadı muhteşem. Keşke daha büyük boy söyleseydim diyorum içimden.

Böylece,  Giordano’s Pizza benim için unutulmaz pizza dükkanları arasındaki yerini alıyor: Milano’daki Spontini, Mauritius’taki Blue Bamboo ya da Düsseldorf’daki Pizzeria Lupo gibi.

Willis Tower

Şikago gezilecek yerler listemde son bir durak kalıyor. Şikago’nun diğer bir simgesel noktası olan Willis Tower. Modern gökdelenlerin babası kabul edilen Fazlur R. Khan tarafından tasarlanan bu yapıyı da görüp otele dönmek istiyorum.

Şikago sokaklarında son bir tur atarak Willis Tower’ın önüne geliyorum. Gökdelen 442 metre yüksekliği ile ABD’nin en yüksek binası olma ünvanını elinde tutuyor. Gökdelenin asıl özelliği bütün Şikago gökdelenlerinin tepeden izlendiği “Skydeck” bölümü ama vaktim yok. Bu devasa yapıyı dışardan biraz izleyip beni otele götürecek olan trene doğru yöneliyorum.

Şikago Güvenli mi?

Sabah trene bindiğim istasyonda trenden iniyorum. Uber’le kısa bir sürede otele ulaşıyorum. Yolda şoförle sohbet ediyoruz. Sabahki şoförün uyarılarından bahsediyorum. Şikago’nun oldukça güvenli bir şehir olduğunu söylüyorum. O da katılıyor bana. Yine de bazı mahallelerde dikkat etmem gerektiğini ekliyor.

Otelde dikkat etmem mahalleler hangileri diye merak ediyorum. ABD’nin en tehlikeli bölgelerinden biri olan O’block’un Şikago’da olduğunu öğreniyorum. ncak turistlerin yanlışlıkla bile yolunun düşmeyeceği kadar merkezden uzak bir yer. Millenium Park’tan buraya yaklaşık üç saat yürümek gerekiyor.

Şikago gezilecek yerler listemdeki yerlerin hemen hepsi şehir merkezinde yer alıyor. Ve hepsi birbirine yürüme mesafesinde. Şikagoyu gündüz beş-altı saat kadar gezdim ve gördüğüm kadarıyla oldukça güvenli bir şehirdi.

Gezi Tarihi: 13.11.2025

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bunlar İlgini Çekebilir