Almatı, Orta Asya’da en çok gitmek istediğim yerlerden biriydi. Daha önce Kazakistan’da Astana’yı ziyaret etmiştim; modern gökdelenleriyle öne çıkan yeni kurulmuş bir şehirdi. Ancak, Astana’yı gezerken bile aklım Almatı’daydı. Eski şehirleri daha çok seviyorum.
Uçak alçalmaya başladığında, dikkatimi sol taraftaki dağlar çekti. Şehrin hemen yanı başında yüksek dağlar başlıyordu. Tanrı Dağları’nın bir uzantısı olan Trans-İli Ala Dağları bu dağlar. Şehri gezmek için sabırsızlanırken, mimari eserlerin değil, dağların belirginleştirdiği bir şehir silüeti ile karşılaşacağımı anladım.
şehrin hikayesi
Almatı, Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biridir. Kuruluşu Bronz Çağı’nda (M.Ö. 1000) ilk çiftçi insanların bölgede yerleşim kurmaya başladığı döneme dayanır. 2500 yıllık bir zırh olan “Altın Adam” en önemli arkeolojik buluntulardan biridir. Yerleşik yaşama geçiş Orta Çağ’da başladı. 10. yüzyıldan sonra ise İpek Yolu’nun bir parçası haline geldi.
Şehir, 13. yüzyıl kitaplarında ilk kez Almatu olarak adlandırıldı. 19. yüzyılın ortalarında Rus İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girdi. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Kazakistan, bağımsızlığını ilan etti ve başkentini Almatı’dan Astana’ya taşıdı.
Şehrin kısa hikayesi böyle. Almatı’nın geçmişi oldukça zengin ve ilginç.
alma-ata
Almatı, eski adıyla Alma-Ata olarak da bilinir. Elmanın anavatanı diğer bir tabirle. Dünyadaki bütün elma ağaçlarının kökeni, Almatı civarındaki dağlarda yetişen elma ağaçlarına dayanıyor. Rivayete göre, bu ağaçlardan elma yiyen ayılar pisliklerini yaptıkları yerlere elmanın tohumunu da götürmüşler. Yüzyıllar içerisinde elma buradan bütün dünyaya yayılmış.
ilk saatler
Almatı’da havalimanında sıcak bir yaz havası karşıladı. Yüksek rakım, dağlar ve ağaçlardan dolayı, Almatı’nın serin olacağını düşünmüştüm. Yanılmışım! Uçaktan indiğimde bunaltıcı bir hava vardı. Kışın ne kadar soğuksa yazın da o kadar sıcak oluyormuş. Tam bir karasal iklim özelliği burası.
Havalimanından kalacağım otele götürecek olan araca bindim. Bir süre ana yoldan ilerledikten sonra bazı mahalle aralarına girdik. Aracın penceresinden kenar mahalleleri gözlemleme fırsatım oldu. Bir evin avlusunda bir elma ağacı gördüm. O an, daha birçok elma ağacı göreceğimi düşündüm. Ne de olsa elmanın anavatanındaydım. Bu ağaç, Almatı’da gördüğüm ilk ve son elma ağacı oldu.
Şehir merkezinde bazı bölgelerde trafik yoğundu. Yaklaşık 40 dakika sonra otelime vardım. Otele ulaştığımda kahvaltı bitmek üzereydi. Hızlıca bir şeyler atıştırdım. Menemen vardı. Tadı muhteşemdi. Otelin aşçının Türk olduğunu sonradan öğrendim. Kahvaltıdan sonra odama geçerek biraz dinlendim.
gezilecek yerler
Seyahatlerimde genellikle yola çıkmadan önce Google Maps üzerinden bir gezilecek yerler haritası oluştururum. Ama bu sefer yapmadım. Daha önce Almatı’ya gelmeyi birkaç kez denemiştim. Ama her defasında farklı sebeplerle programım değişmişti. Bu yüzden yine bir şey çıkar, Almatı’ya gidemem düşüncesiyle önceden hazırlık yapmadım.
Fikir almak için resepsiyona indim. Görevliye, Almatı’da nereleri gezmeliyim diye sorduğumda, hemen Panfilov dedi. Bir de şehrin haritasını çıkardı ve gidilebilecek bazı yerleri harita üzerinde işaretledi.
Almatı’da gezilecek yerler, bulunduğum yerden biraz uzaktaydı. Görevli, Yandex Taksi uygulamasını kullanabileceğimi söyledi, ama ben uygulamayı telefonuma indiremedim. Neyse ki, kendi telefonundaki uygulamayı kullanarak bana yardımcı oldu ve hatta taksi kullanımı için telefon numarasını verdi. Kalışım boyunca ihtiyaç duyduğumda ona mesaj atarak taksi çağırabildim.
Biraz sonra taksi geldi. Taksiciye Panfilov’a dedim. Doğaçlama bir gezi için yola çıktım. Gezmelerin en güzeli, plansız, amaçsız…
panfilov
Taksi, Panfilov Caddesi‘nin başlangıcında sarı boyalı etkileyici bir binanın önünde durdu. Binanın adı Abay Kazak Devlet Akademik Opera ve Bale Tiyatrosu’ydu. Tiyatro, Kazak edebiyatının önde gelen isimlerinden Abay Kunanbayev’in adını taşıyor. Dünya klasikleri ve Kazak halk hikayelerini içeren geniş bir repertuvara sahip. Ne yazık ki, içeriyi göremedim. Dışarıdan birkaç fotoğraf çektikten sonra, Panfilov Caddesi’ne doğru yöneldim.

Cadde boyunca birbirinden şık kahve dükkanları sıralanıyordu. Dönüş yolunda birine oturup bir şeyler içerim dedim ve yoluma devam ettim. (Ancak akşama doğru geri döndüğümde neredeyse hepsi dolup taşıyordu. Ne yazık ki, boş bir yer bulma şansım olmadı.)

Öğle saatleriydi. Cadde oldukça sakin görünüyordu. Arada bazı süslemeler göze çarpıyordu, belki de bir kutlamadan kalan süslemelerdi. El yapımı hediyelik eşya tezgahlarının arasından geçerken, ansızın şiddetli bir yağmur bastırdı. Yaklaşık 20 dakika boyunca bir dükkanın tentesi altında yağmurun dinmesini bekledim. Bu sırada Almatı haritasını çıkarıp işaretli yerlere göz gezdirdim; bazı yerler oldukça yakındı.
Cadde isimlerine baktım. Rus edebiyatı içinde geziniyormuş gibi bir his uyandırdı bende. İleride Gogol Caddesi üzerinde bir park gözüme çarptı. Sonrasında Puşkin Caddesi ve devamında bir pazar alanı bulunuyor. Bu bölgelere bir göz atıp daha sonra geri dönmeyi düşünüyorum.

Yağmur durduktan sonra yürümeye devam ettim. Şehir ağaçlar tarafından kuşatılmış durumda. Şimdiye kadar gördüğüm en yeşil şehirlerden biriydi diyebilirim. Panfilov Caddesi boyunca da keyifli yeşil alanlar bulunuyordu. İnsanlar banklarda oturmuş, açık havanın tadını çıkarıyorlardı. Ayrıca, Sovyet Birliği Dönemi’nden kalma bazı mimari eserlerle karşılaştım. Almatı Teknik Üniversitesi’ne ait bir fakülte binası muhteşemdi.
panfilov parkı
Panfilov ismini ilk defa duyuyorum. Şehrin tam kalbindeki caddeye bu isim verilmiş. Şimdi de aynı isimle bir parktayım. Birazdan Panfilov’un 28 Adamı anıtını göreceğim.
Peki kimdir Panfilov?
İvan Panfilov, Sovyet generalidir. 316. piyade bölüğünün komutanıydı. Bu bölük, 2. Dünya Savaşı sırasında Moskova yakınlarında Alman birliklerine karşı verdikleri mücadele ile biliniyor. Bu mücadele, Sovyet direnişinin sembolü haline geldi.

Parka adım attığımda büyük bir beklenti içinde değildim. Sadece bir göz atıp çıkarırım diye düşündüm. Fakat beklediğimden daha büyük bir parkla karşılaştım. Almatı’da en çok zaman geçirdiğim yerlerden biri oldu burası. Yağmur sonrası ağaçlar muhteşem görünüyordu. Şansıma, park o an pek kalabalık değildi.
zenkov katedrali
Ağaçların arasında biraz dolaştıktan sonra, renkli boyaması ile etkileyici bir yapıyla karşılaştım. Almatı’nın simgesel yapısı olan Zenkov Katedrali’ydi. Bu katedral, 1904-1907 yılları arasında inşa edilmiş ve ünlü Rus mimar Andrei Zenkov tarafından tasarlanmıştır. Hem dış cephesi hem de iç tasarımı ahşaptan yapılmıştır.

Katedralin çevresi kalabalıktı. Özellikle aileler göze çarpıyordu. Anne babalar, çocuklarını katedralin önündeki küçük alanda atlara ve diğer oyuncaklara bindiriyor ya da kuşlara yem atıyorlardı.
panfilov’un 28 adamı anıtı
Parkın içerisinde gezintime devam ettim. Bir anıt çıktı karşıma. Panfilov’un 28 Adamına ithafen yapılmış bir anıt. Hikayesinden yukarıda bahsetmiştim. Anıtta 28 Sovyet askerinin heykelleri bulunuyor. Civardaki yazıtlarda ise, Panfilov’un komutasındaki 28 kişilik askerin Alman tanklarının saldırısına karşı yaptıkları direniş anlatılıyor.

Parktan çıkmak üzereyken, dikkatimi kalabalık bir grup çekti. Almatı’da daha önce gördüğüm binalardan farklı bir tasarıma sahip bir yerin önündeydiler. Bu yer, Müzik Aletleri Müzesi’ymiş. Dünyanın her tarafında müzik aletleri dikkat çekici binalarda sergileniyor zannedersem. Geçenlerde Brüksel’de müzik aletleri müzesinin önünden geçerken de aynı şeyleri düşünmüştüm. Müzenin içine girmedim. Müzenin yanındaki merdivenlerden inen çıkanları izledim biraz. Sonra parktan ayrıldım.

gök pazar
Gök Pazar yakınlardaydı. Aslında biraz yorgundum, ancak bu pazarı da görüp Panfilov caddesine tekrar dönmeye karar verdim. Pazarın önü kalbalıktı. Otobüs durağında insanlar bekliyorlardı. Alışveriş yapanlar ellerinde çantaları karşımdaki mavi renkli bir binadan çıkıyorlardı.

Pazarın giriş yerini bulmakta tereddüt ettim, ancak sonra bir kapıdan içeri adım attım. Kapalı bir pazar alanıydı. İçeriye girdiğimde Konya’daki Kadınlar Pazarı’na gelmişim gibi hissettim. İki pazar birbirine çok benziyordu. Konya’da yaptığım gibi üst kata çıkan merdivenlere yöneldim ve kuruyemiş satılan tezgahların fotoğraflarını çektim.

At etinden sucuk gibi ürünler satan bir satıcının yanına geldim. Tezgahını topluyordu, görünüşe göre acelesi vardı. Ardından kasap tezgahlarının olduğu bölgeye yöneldim. Oradan peynir tezgahlarına geçtim. Ancak ne yazık ki, doğru bir zamanlamayla gelmediğimi fark ettim. Herkes telaş içindeydi, çünkü pazarın kapanma saati yaklaşıyordu. Benim için hızlı bir pazar turu oldu. Çıktım.
Panfilov Caddesi’ne tekrar döndüğümde, yürümek biraz zor gelmeye başlamıştı. Neredeyse 6 saattir yürüyordum. Kendime bir kahve dükkanı bulup oturdum. Filtre kahve istedim, uzun zamandır orta boy sipariş etmemiştim. Ancak bu sefer fazla geldi. Bu arada hava da kararmıştı. Oteldeki görevliye bir mesaj atarak taksi ayarlamasını rica ettim.
özbek pilavı – özbek mantısı
Otele dönüşüm bu sefer daha hızlı oldu. Trafik biraz rahatlamış gibiydi. Kahvaltıdan beri pek bir şey yemedim ve acıkmaya başlamıştım. Otele yürüme mesafesinde olan Kishlak Restoranı’na gittim. Restoran, yöresel tarzda tasarlanmıştı ve içerisinde adeta bir çadır havası vardı. Özbek pilavı ve mantı sipariş ettim. Pilav o kadar güzeldi ki, bir tane daha söyledim. Yemeğin yanına limonata istedim, ancak limonata çok ekşi geldiği için içemedim. Bir de portakal suyu sipariş ettim ve ikisini karıştırarak içtim.
Almatı’da bir günüm böyle geçti. Şehri gezip görmek, lezzetli yemekler tatmak ve anıtlarını keşfetmek gerçekten keyifliydi. Ancak, sabah uçak alçalırken gördüğüm o muhteşem dağlara gidemediğime biraz üzüldüm. Bu seferlik şehirden ayrılıyorum, ama bir sonraki sefere bu dağları kesinlikle görmek istiyorum.